RESEARCH ARTICLE | |
1. | Examination of the expression levels of MACC1, Filamin A and FBXW7 genes in colorectal cancer patients Funda Yeşilkaya, Didem Tastekin, Hani Al Saadoni, Arzu Ergen, Sadrettin Pence PMID: 32232196 PMCID: PMC7103745 doi: 10.14744/nci.2019.26780 Pages 1 - 5 GİRİŞ ve AMAÇ: Kolorektal kanser, kansere bağlı ölümlerde yüksek metastaz oranından dolayı üçüncü sırada yer almaktadır. Bu çalışmanın amacı, hücre sinyali, göçü ve hücre iskeletinin yeniden şekillenmesinde görev alan metastaz ilişkili kolon kanser 1 (MACC1), filamin A (FLNA) ve F-box/WD tekrar içeren protein 7 (FBXW7) genlerinin anlatımlarının incelenmesidir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Kolorektal kanser tanısı konulmuş 21 hasta ve 21 kontrol çalışmaya dahil edilmiştir. Gen anlatımları RT-PCR tekniği kullanılarak saptanmıştır. Bu genlerin metastaz ile ilişkisinin saptanması amacıyla hastalardan Xelox tedavisi öncesinde ve altı ay sonrasında kan örnekleri toplanmıştır. BULGULAR: Hastalarda tedavi öncesinde her üç genin anlatımlarında bir farklılık bulunmamasına karşın, Xelox tedavisi sonrasında FLNA (p=0.001) gen anlatımının istatistiksel olarak arttığı gözlemlenmiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışma ülkemizde metastatik olmayan kolorektal kanseri hastalarında Xelox tedavisinin MACC1, FBXW7 ve FLNA gen anlatımları üzerine etkisinin incelendiği ilk çalışmalardandır. (NCI-2018-0193.R2) OBJECTIVE: Colorectal cancer (CRC) is the third most common type of cancer observed in cancer-related mortality because it has a high metastasis ratio. This study aims to investigate the expression levels of several genes, including metastasis-related colon cancer 1 (MACC1), Filamin A (FLNA), F-box/WD repeat-containing protein 7 (FBXW7), which has an important role in cell signaling, migration and adhesion through the remodeling of the cell skeleton. METHODS: In this study, 21 patients with a precise diagnosis of CRC and 21 controls were included. Gene expressions were examined using the RT-PCR technique. To define the relationship of the genes with metastasis, blood samples were collected from all patients with colon/rectal cancer diagnosis without metastasis at six months before and after the medication with Xelox. RESULTS: Our findings showed that no significant difference was observed in the pre-treatment values compared to the control group, whereas FLNA (p=0.001) expression was observed to be significantly increased following treatment with Xelox. CONCLUSION: To our knowledge, our study is the first study to investigate the effects of Xelox treatment on the expression levels of MACC1, FBXW7 and FLNA genes in non-metastatic colorectal cancer patients in Turkey. |
2. | Detection of human immunodeficiency virus (HIV) RNA in the sweat of HIV-infected patients Fatih Mehmet Hanege, Fatma Sargin, Servet Karaca, Oguz K. Egilmez, Haluk Vahaboglu, M. Tayyar Kalcioglu PMID: 32232197 PMCID: PMC7103743 doi: 10.14744/nci.2019.56255 Pages 6 - 10 GİRİŞ ve AMAÇ: Human Immunodeficiency Virus (HIV) enfeksiyonu önemli bir sağlık sorunudur. HIV'in esas olarak parenteral maruziyet, cinsel aktivite ve tükürük ve semen gibi vücut salgıları yoluyla iletildiği çeşitli çalışmalarla bildirilmiştir. Sağlık çalışanları ve hastaların yakınları dahil olmak üzere birçok insan, HIV ile enfekte hastaların terleriyle kolaylıkla temas edebilir. Her ne kadar referans kitapları HIV'in terden geçmediğini ileri sürse de, bu ifadenin temel aldığı sistemik bir çalışma yoktur. Bu çalışma, HIV hastalarının terlerinin, enfeksiyon bulaşıcılığı açısından potansiyelini araştırmayı amaçlamaktadır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada hastalığın akut fazında bulunan 31 tedavi başlanmamış HIV ile enfekte hasta, 26 anti-viral tedavi almış HIV RNA’sı negatif HIV ile enfekte hasta değerlendirmeye alınmıştır. Cilt bütünlüğü tam olan hastalardan prospektif olarak toplanan 57 serümen örneği HIV RNA varlığı açısından real-time polymerase chain reaction yöntemi ile incelendi. Ter örneği ile eş zamanlı alınan kan örnekleri incelenmiştir. BULGULAR: İncelenen 31 serum HIV RNA’sı pozitif ve 26 serum HIV RNA’sı negatif HIV ile enfekte hastanın ter örneklerinde HIV RNA tespit edilememiştir. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmanın sonuçları, terinin kendi başına HIV enfeksiyonu geçirme potansiyeli olmadığını göstermektedir. (NCI-2018-0165.R2) OBJECTIVE: Human immunodeficiency virus (HIV) infection is a significant health problem. Many studies reported that HIV was mainly transmitted through parenteral exposure, sexual activity, and body secretions, such as saliva and semen. Many people, including health-care providers and patient relatives, may easily contact with the sweat of HIV-infected patients. Although reference books assert that HIV does not transmit through sweat, to our knowledge, there is no systemic study which this statement is based upon. This study aims to investigate the potential of sweat to transmit HIV infection. METHODS: This study included 31 treatment-naive HIV RNA-positive patients who were in the acute phase of the infection and 26 subjects with a negative HIV RNA test who had received antiviral treatment. A total of 57 sweat samples collected from intact skin areas were prospectively evaluated by polymerase chain reaction (PCR) for the presence of HIV RNA. HIV RNA levels in the blood samples were also noted. RESULTS: HIV RNA was not detected by PCR in any sweat sample taken from HIV-infected HIV RNA-negative and -positive subjects. CONCLUSION: The findings obtained in this study suggest that sweat by itself has no potential for transmitting HIV infection. |
3. | Lateral oblique approach for internal jugular vein catheterization: Randomized comparison of oblique and short-axis view of ultrasound-guided technique Onur Balaban, Tayfun Aydın, Ahmet Musmul PMID: 32232198 PMCID: PMC7103737 doi: 10.14744/nci.2019.86658 Pages 11 - 17 GİRİŞ ve AMAÇ: Ultrason eşliğinde jugular venöz kateterizasyon için kullanılan lateral oblik yaklaşım yeni bir yöntemdir. Oblik yaklaşım yöntemini, işlemi kolaylaştırması ve komplikasyonların azalması açısından klasik kısa aks tekniği ile karşılaştırmayı amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamız prospektif araştırma olarak planlandı. Çalışmaya açık kalp cerrahisi için santral venöz kateterizasyon yapılacak olan 84 hasta dahil edildi ve randomizasyonla iki gruba ayrıldı: Oblik yaklaşım grubu (n=42) ve kısa aks grubu (n=42). Her iki grupta kateterizasyon zamanı, deneme sayısı, karotis yaralanması, hematom, giriş yerinden kanama, pnömotoraks ve hemotoraks olguları kaydedildi. Ultrasonla iğne ve venin görüntüsü subjektif skala kullanılarak değerlendirildi. BULGULAR: Demografik veriler her iki grupta da benzerdi. Kateterizasyon zamanı oblik yaklaşım grubunda 52,00 ± 70,18 saniye, kısa aks grubunda 40,76 ± 49,30 saniye olarak bulundu. Deneme sayısı oblik yaklaşım grubunda 1.21 ± 0.61 kısa aks grubunda 1.12 ± 0.50 olarak bulundu. Sonuçlar arasında istatistiksel anlamlı fark bulunmadı. İğne görüntüsü oblik yaklaşım grubunda daha iyi olarak kaydedildi fakat istatisitksel olarak anlamlı fark çıkmadı. TARTIŞMA ve SONUÇ: Ultrason eşliğinde internal jugular ven kateterizasyonıunda lateral oblik yaklaşım güvenli ve etkin bir yöntemdir ve klasik kısa aks tekniğine güçlü bir alternatif olabilir. OBJECTIVE: The lateral oblique approach is a novel needle-in-plane technique for ultrasound-guided catheterization of the internal jugular vein. In this study, we aimed to compare the oblique approach with the classical short-axis technique for facilitating the procedure and reduction of mechanical complications. METHODS: This research was planned as a prospective study. Eighty-four open-heart surgery patients requiring a central venous catheter were randomly allocated into two groups: Oblique approach group (n=42) and short-axis group (n=42). Time to cannulate, the number of necessary puncture attempts, and frequency of carotid artery puncture, hematoma, puncture site bleeding, pneumothorax, and hemothorax in each group were recorded. Visualization of the vein and the needle using ultrasound were also evaluated by a subjective scale. RESULTS: The patient’s characteristics were comparable between the two groups. The mean time of catheterization was 52.00±70.18 seconds in the oblique approach group and 40.76±49.30 seconds in short-axis group. The mean number of needle puncture attempts was 1.21±0.61 in oblique approach and 1.12±0.50 in short-axis group. The results did not differ significantly. There was an improved visualization of the needle in the oblique approach group, but this was not proved as statistically significant. CONCLUSION: The results of our study suggest that the lateral oblique approach is a safe and effective technique, which can be a strong alternative to the classical short-axis technique for ultrasound-guided catheterization of the internal jugular vein. |
4. | Can the development of atrial fibrillation in patients with ischemic heart failure with low ejection fraction be predicted? Seref Alpsoy, Kubilay Erselcan, Aydın Akyüz, Demet Ozkaramanli Gur, Şahin Topuz, Birol Topçu, Niyazi Güler PMID: 32232199 PMCID: PMC7103746 doi: 10.14744/nci.2019.07078 Pages 18 - 24 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada düşük ejeksiyon fraksiyonlu (EF) iskemik kalp yetersizliği (KY) hastalarında paroksismal atriyal fibrilasyon (PAF) gelişiminin tetikleyici faktörlerini belirlemeyi amaçladık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ekokardiyografi ile ölçülen sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu % 40'ın altında olan 60 hasta çalışmaya alındı. Hastaların tümü sinüs ritminde olup, PAF öyküsü yoktu. Ekokardiyografi ve 24 saatlik Holter monitorizasyonu yapıldı ve NT-pro BNP serum konsantrasyonu ölçüldü. Hastalar Holter kayıtlarında PAF oluşumu açısından iki gruba ayrıldı. PAF olan ve olmayan hastaların biyokimyasal ve ekokardiyografik parametreleri karşılaştırıldı. BULGULAR: Yirmi sekiz hastada (% 46) PAF saptandı. PAF saptanan hastalarda NT-pro BNP düzeyleri, mitral ve aort regürjitasyon hızları, E/A oranı, E/E’ oranı, pulmoner kapiler kama basıncı, pulmoner arter sistolik basıncı, sol atriyum hacmi ve volüm indeksleri daha yüksek olarak bulundu. Çok değişkenli lojistik regresyon analizinde NT-pro BNP, PAF belirleyicisi olarak saptandı (OR = 1.23 % 95 CI: 1.08 - 1.42; p = 0.001). ROC analizinde% 68 duyarlılık ve % 84 özgüllük ile NT-pro BNP’nin kesim değeri 2188 pg/mL'lik olarak belirlendi. [ROC eğrisinin altındaki alan (AUC) = 0.826, CI% 95: 0.724-0.927; p <0.001]. TARTIŞMA ve SONUÇ: AF için tetikleyici faktörler artmış intrakardiyak basınçlar, sol atriyal dilatasyon ve artmış duvar gerilimidir. Artmış duvar geriliminin bir göstergesi olarak, yüksek NT-pro BNP seviyeleri, PAF'ın gelişimini öngörmektedir. (NCI-2018-0041.R2) OBJECTIVE: Our aim is to determine the triggering factors of paroxysmal atrial fibrillation (PAF) in ischemic heart failure (HF) patients with low ejection fraction (EF). METHODS: Sixty patients were included in this study. Echocardiography and 24-hours Holter monitoring were performed after measurement of serum NT-pro BNP concentration. The patients were classified into two groups concerning the occurrence of PAF on Holter recordings. Biochemical and echocardiographic parameters of patients with and without PAF were compared. RESULTS: PAF was detected in 28 (46%) patients. Patients with PAF demonstrated higher NT-pro BNP levels, mitral and aortic regurgitation velocities, E/A, E/E’, pulmonary capillary wedge pressure, pulmonary artery systolic pressure, left atrial volume and volume indices. NT-pro BNP was established as the predictor of PAF (OR=1.23, 95% CI: 1.08–1.42; p=0.001). ROC analysis showed an NT-pro BNP value of 2188 pg/mL as cut-off value with 68% sensitivity and 84% specificity [Area under the ROC curve (AUC)=0.826, CI 95%: 0.724–0.927; p<0.001]. CONCLUSION: The triggering factors for AF are increased intracardiac pressures, left atrial dilatation and increased wall tension. As an indicator of increased wall tension, elevated levels of NT-pro BNP predict the development of PAF. |
5. | Pharmacologically induced absence seizures versus kindling in Wistar rats Nihan Çarçak, Melike Sahiner, Özlem Akman, Medine Gulcebi Idrizoglu, Miguel Angel Cortez, O. Carter Snead, Esat Eşkazan, Filiz Onat PMID: 32232200 PMCID: PMC7103736 doi: 10.14744/nci.2019.80664 Pages 25 - 34 GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, Wistar sıçanlarda γ-hidroksibutirik asidin (GHB) bir ön ilacı olan γ-butirolakton (GBL) ile indüklenen absans nöbetlerin kindling gelişimine etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM ve GEREÇLER: Üç gruba ayrılan yetiskin, erkek, Wistar sıçanlara, genel anestezi altında GBL grubu (GBL) için bilateral kortekse kayıt elektrotları, Kindling grubu (KI) ve Kindling+GBL grubu (GBL+KI) için kortikal kayıt elektrotları ile birlikte kindling uyarıları için sağ bazalateral amigdalaya bipolar uyarı elektrodu stereotaksik cerrahi yöntem ile yerleştirilmiştir. KI ve GBL+KI gruplarındaki sıçanlar Racine’in 5 evreli skalasına gore 5. evre nöbet seviyesine ulaşana kadar günde 2 kez, art-deşarj eşik şiddetinde elektriksel akım ile uyarılmışlardır. GBL+KI grubundaki hayvanlara her elektriksel uyarıdan 20 dakika önce intraperitoneal (i.p.) yoldan GBL enjeksiyonu yapılmış ve indüklenen absans nöbetlerin kindling gelişimine etkisi incelenmiştir. GBL grubundaki hayvanlara ise elektriksel uyarı almaksızın günde 2 kez, i.p. yoldan 15 gün boyunca GBL enjeksiyonu yapılmıştır. BULGULAR: KI grubundaki hayvanlar 5. evre nöbet seviyesine 12. uyarıda ulaşırken, GBL+KI grubundaki hayvanlar 27. uyarıda ulaşmışlardır. 3, 4 ve 5. evre jeneralize nöbet seviyesine ulaşmak için gerekli ortalama uyarı sayısı GBL+KI grubunda KI grubuna göre anlamlı derece yüksektir. TARTIŞMA ve SONUÇ: GBL modelinde amigdala kindling gelişimine karşı oluşan bu direnç, genetik alt yapının etkisinden bağımsız olarak sadece absans nöbet mekanizması ile modüle edilebilir. OBJECTIVE: This study aimed to investigate the effects of γ-butyrolactone (GBL), a prodrug of gamma-Hydroxybutyric acid -induced absence seizures on the development of kindling in Wistar rats. METHODS: Three groups of adult male Wistar rats under anesthesia were implanted with bilateral cortical recording electrodes for the GBL group (GBL) and/or bipolar stimulation electrodes into the right basolateral amygdala for the Kindling group (KI) alone and Kindling plus GBL group (GBL+KI). Rats in the KI and GBL+KI groups were stimulated twice daily at the afterdischarge threshold until they reached Racine’s stage 5 seizure state. The animals in the GBL + group had an i.p injection of GBL 20 minutes before each electrical stimulation, and the effects of GBL-induced seizures on the development of kindling were investigated. The animals in the GBL group were injected GBL twice daily i.p. for 15 days without receiving any electrical stimulation. RESULTS: The KI animals reached stage 5 seizure stage at 12th stimulations, whereas the GBL+KI rats reached at 27th stimulations. The mean numbers of stimulations needed for the development of the first stage 3, 4, or 5 generalized seizures were significantly higher in the GBL+KI group than the KI group. CONCLUSION: The resistance to amygdala kindling in the GBL model can be modulated by the absence seizure mechanism alone, without the intervention of an abnormal genetic background. |
6. | An investigation into hemodynamically significant coronary artery lesions predictors assessed by fractional flow reserve: A propensity score matching analysis Ugur Aksu, Kamuran Kalkan, Emrah Aksakal, Oktay Gülcü, Selami Demirelli, Selim Topcu PMID: 32232201 PMCID: PMC7103741 doi: 10.14744/nci.2019.79058 Pages 35 - 39 GİRİŞ ve AMAÇ: Fraksiyonel akim rezervi (FFR) anatomik ölçümlere göre miyokardiyal metabolizma ve arz talep uyumu hakkında daha faydalı bilgiler verir ve biz ara lezyonu olan hastalarda FFR belirteçlerini eğilim skoru analizi ile araştırdık. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2014 ile Mart 2015 yılları arasında koroner arter hastalığı şüphesiyle anjiyografi yapılmış ve ara koroner lezyon saptanan hastalar çalışmaya alındı. Hastalar FFR durumuna göre iki gruba ayrılarak FFR belirteçleri PSM öncesi ve sonrası araştırıldı. BULGULAR: 290 hasta çalışmaya alınmıştır (yaş ortalaması 61±12, %75,5 erkek). PSM sonrası tek değişkenli analizde diyamater stenoz (DS) ve proksimal LAD lezyonu(PLL) düşük FFR ile ilişkili bulundu. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada geleneksel FFR belirteçlerinin PSM analizi sonrası istatistiksel anlamlılık sınırına ulaşmadığını gösterdik ve biz lezyon ciddiyetinin tahmininde PLL ve (DS)’nin diğer belirteçlere göre bir adım daha önde olduğunu düşünüyoruz. (NCI-2018-0030.R1) OBJECTIVE: Fractional flow reserve (FFR) provides more useful information regarding myocardial metabolism and demand-supply convenience as compared to anatomical measurements. In this study, we aimed to investigate FFR predictors after propensity score matching (PSM) analysis in patients with intermediate coronary lesions. METHODS: Patients who underwent coronary angiography between January 2014 and March 2015 due to suspicion of coronary artery disease were included in this study. Patients were divided into two groups according to the FFR status and predictors of FFR before and after PSM analysis were investigated. RESULTS: A total of 290 patients (a total of 310 lesions) were included in this study (61±12 years, 75.5% male). In univariate analysis, after PSM analysis, Diameter stenosis (DS) and proximal LAD lesion (PLL) were associated with lower FFR values. CONCLUSION: This study indicated that the majority of traditional FFR predictors did not reach the limit of significance after PSM analysis and we suggest that DS and PLL are one step ahead of predicting lesion severity compared to other traditional risk factors. |
7. | Adaptation of the Knowledge about Childhood Autism among Health Workers (KCAHW) Questionnaire: Turkish version Mikail Ozdemir, Can Ilgın, Melda Karavuş, Seyhan Hıdıroglu, Nimet Emel Lüleci, Nadıye Pınar Ay, Abdullah Sarıöz, Dilşad Save PMID: 32232202 PMCID: PMC7103740 doi: 10.14744/nci.2019.76301 Pages 40 - 48 GİRİŞ ve AMAÇ: Çoçukluk çağı otizmine tanı koyma amacıyla birçok ölçek geliştirilmiştir. Ancak, sağlık çalışanlarının, çoçukluk çağı otizmi hakkında bilgi ve farkındalık seviyelerini kendi kendilerine değerlendirebilecekleri anket ve ölçekler hala sınırlıdır. Sağlık Çalışanlarının Çocukluk Çağı Otizmi Hakkında Bilgi Seviyesi anketi, kendi kendine uygulanabilen bir ankettir; Bakare ve arkadaşları tarafından 2008 yılında geliştirilmiştir. Bu anket gelişmekte olan ülkelerdeki birçok grup tarafından uygulanmıştır. Bu ülkelerde, sağlık çalışanlarının çocukluk çağı otizmi hakkındaki bilgi seviyesi yeterli değildir. YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamızda, anketin üzerinde uzlaşılan Türkçe versiyonu, Türkiye’de İstanbul ilinin Maltepe ilçesinde birinci basamakta çalışan 61 hekime validasyon ve uyarlama amacıyla uygulanmıştır. BULGULAR: Anketin Türkçe versiyonunun iç tutarlılığı (Kuder-Richarson güvenirlik katsayısı-KR-20) 0.70 olarak bulunmuştur. Ek olarak, Guttman Split-half eğeri 0.84 olarak bulunmuştur.Tetrakorik korelasyon matriksi ile faktör analizi sonucu, en yüksek özdeğeri olan üç faktör, sırasıyla kolayca yapılabilen klinik gözlemler, daha uzun gözlem süresine/anamneze dayanan bulgular ve daha detaylı bir gözleme/muayeneye dayanan bulgularla ilişkilendirilmiştir. Bu üç faktör total varyansın %65,98’ini açıklamaktadır. TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmaya göre, anket Türk toplumu için geçerli bir ölçektir. (NCI-2018-0202) OBJECTIVE: Many checklists and scales have been developed to diagnose the autism spectrum disorder in childhood. However, self-applied questionnaires/scales that can be filled out by health professionals for assessing their knowledge and consciousness of this disorder are still limited. The Knowledge about Childhood Autism among Health Workers self-administered survey was developed by Bakare et al. in 2008. This survey was recruited by many study groups in developing countries. In these countries, knowledge regarding childhood autism is inadequate within community healthcare professionals. METHODS: In our study, the agreed-upon Turkish version of the questionnaire was distributed to the 61 primary care physicians working in Maltepe District of Istanbul Province for the adaptation and validation. RESULTS: The internal consistency coefficient (Kuder-Richarson coefficient of reliability-KR20) of the measurements attained from the Turkish version of the questionnaire was 0.70. The split- half reliability analysis demonstrated that the Guttman Split-half value was 0.84. According to the principal factor analysis of the tetrachoric correlation matrix, the three factors with the highest Eigenvalues were associated with (i) Relatively easy clinical observations, (ii) the signs which require a longer observation time and detailed anamnesis, and (iii) the signs, which require detailed examination and observation. The factors explained cumulatively 65.98% of the total variance. CONCLUSION: The findings obtained in this study showed that the adapted questionnaire addressed in the scope of this study is a valid measure for Turkish society. |
8. | A practical marker to determining acute severe ulcerative colitis: CRP/albumin ratio Suleyman Sayar, Kemal Kurbuz, Resul Kahraman, Roni Atalay, Oguzhan Ozturk, Zuhal Caliskan, Levent Doganay, Kamil Ozdil PMID: 32232203 PMCID: PMC7103752 doi: 10.14744/nci.2018.78800 Pages 49 - 55 OBJECTIVE: There are many instruments to measure disease activity in ulcerative colitis. While determining clinical activity according to these instruments, many clinical and laboratory parameters are needed to be followed. Determination of disease activity with non-invasive and objective inflammatory indicators may be a practical and objective way. CRP/Albumin ratio (CAR) is an inflammatory marker that is considered to have prognostic value in various cancers, sepsis and acute pancreatitis. In this study, we aim to investigate diagnostic performance CAR in determining the clinical severity of ulcerative colitis. METHODS: Between November 2011 and February 2017, hospital records and follow-up cards of patients with ulcerative colitis were reviewed retrospectively. One hundred forty-nine patients were included in this study. Patient’s demographic data, laboratory values, clinical disease activity, according to Truelove & Witts criteria and endoscopic activity according to the Mayo sub-score and treatments, were recorded. Diagnostic performance of CAR analyzed to determine the clinical severity. RESULTS: Of the patients included in this study, 99 (62%) were male, and 50 (38%) were female. Mean age was 45.22±14 years. When patients were grouped into remission, mild, moderate and severe disease according to disease activity, there was a statistically significant difference between CRP, CAR, erythrocyte sedimentation rate (ESR) and albumin levels (p=0.001; p<0.05). Area under the curve (AUC) values for the diagnosis of severe disease were 0.941, 0.931, 0.888 and 0.883 for CAR, CRP, ESR and albumin levels, respectively. Cut-off value to determine severe disease for CAR was 0.6 (sensitivity: 88.9%, specificity of 90.3%, positive predictive value (PPV) 85.1%, negative predictive value (NPV) 92.8%, AUC: 0.941, p<0.001). CONCLUSION: There was a significant relationship between CAR, CRP, ESR and albumin levels and clinical disease severity in patients with ulcerative colitis. CAR is a cheap and practical marker for the diagnosis of acute severe ulcerative colitis. (NCI-2018-0099.R1) |
9. | Subcorneal hematoma as an imitator of acral melanoma: Dermoscopic diagnosis Ömer Faruk Elmas, Necmettin Akdeniz PMID: 32232204 PMCID: PMC7103739 doi: 10.14744/nci.2019.65481 Pages 56 - 59 OBJECTIVE: There are few studies investigating dermoscopic features of subcorneal hematoma, which is one of the imitators of acral melanoma. In this study, we aimed to describe dermoscopic findings of SH which will facilitate the diagnosis by reducing the use of invasive procedures. METHODS: This study included patients with subcorneal hematoma. Clinical, demographic and dermoscopic findings of all the patients were retrospectively reviewed. The diagnosis of subungual hematoma was confirmed using a positive scratch test in all of the patients. RESULTS: The findings showed that red-black (n=9, 45%) was the most common dermoscopic color followed by brown (n=4, 20%), red (n=3, 15%), black (n=2, 10%), brown-black (n=1, 5%) and red-brown (n=1, 5%). The most common pigmentation pattern was homogenous pattern (n=13, 65%). Eleven (55%) lesions showed globular pattern and eight (40%) lesions exhibit parallel ridge pattern. Eight (40%) lesions showed a combination of homogenous and globular patterns. The globules were disconnected from the homogenous pigmentation in six lesions. In two (10%) lesions, the globules were localized over the homogenous pigmentation. CONCLUSION: The presence of homogenous red to brown to black pigmentation combined with globules may lead to the correct diagnosis in a subcorneal hematoma. Scratch test may be a practical and minimal invasive diagnostic option to confirm the diagnosis in suspicious cases. To our knowledge, this is the most comprehensive study focusing on the dermoscopic aspect of the subcorneal hematoma. (NCI-2018-0225.R1) |
10. | Mucinous endometrial cancer: Clinical study of the eleven cases Soner Duzguner, Osman Turkmen, Gunsu Kimyon, Ipek Nur Duzguner, Alper Karalok, Derman Basaran, Tolga Tasci, Işın Ureyen, Taner Turan PMID: 32232205 PMCID: PMC7103747 doi: 10.14744/nci.2019.17048 Pages 60 - 64 GİRİŞ ve AMAÇ: Müsinöz tip endometrial karsinomun cerrahi patolojik faktörlerinin ve nüks sıklığının araştırılması. YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 1993 - Mayıs 2013 tarihleri arasında saf müsinöz tip endometrium karsinomu tanısı konan 11 olgu gözden geçirildi. BULGULAR: Endometrium karsinomalı 1640 kadından 11'inde (% 0.67) müsinöz hücre tipi vardı. Çalışma grubunun yaş ortalaması 55 idi. FIGO 2009'a göre, 10 (% 90.9) olgu evre I, 1 olgu (% 9.1) evre IIIC1 olarak değerlendirildi. Lenf nodu metastazı varlığı, lenfadenektomi yapılan 8 hastanın sadece 1’inde (% 12.5) fark edildi. Bu olguda pelvik lenf nodunda metastaz tespit edildi. Dört hastaya pelvik adjuvan radyoterapi uygulandı. Medyan izlem süresi 50 aydı (aralık 5-84). Birinci basamak cerrahiden 30 ay sonra evre IIIC1 endometriyal kanserli 1 (% 9.1) hastada nüks görüldü. Yineleme yeri sadece üst batın bölgesinde idi. TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamıza göre, müsinöz endometrium karsinoması iyi prognostik faktörlere sahiptir ve uzun dönem sağ kalım, evre I olan hastalarda tek başına cerrahi ile başarılabilir. OBJECTIVE: In this study, we analyzed surgico-pathologic factors of mucinous type endometrial carcinoma and examined its frequency of recurrence. METHODS: In this study, eleven cases, definitely diagnosed as pure mucinous type endometrium carcinoma between January 1993 and May 2013, were reviewed. RESULTS: Of 1640 women with endometrium carcinoma, 11 (0.67%) of them had a mucinous cell type. Mean age of the study group was 55 years. According to the FIGO 2009, 10 (90.9%) cases were evaluated as stage I and 1 (9.1%) as stage IIIC1. The presence of lymph node metastasis was noticed in only one (12.5%) of eight patients who underwent lymphadenectomy. In this case, metastasis was detected in the pelvic lymph node. Four patients underwent adjuvant therapy as pelvic radiotherapy. Median follow-up time was 50 months (range, 5–84). Recurrence was observed in one (9.1%) patient with stage IIIC1 endometrial cancer in 30 months after primary surgery. The site of recurrence was only in the upper abdominal region. CONCLUSION: Based on our study, mucinous endometrial carcinoma has good prognostic factors, and long term survival can be achieved surgically alone in patients with stage I. |
ORIGINAL IMAGES | |
11. | The magnetic resonance neurography of a Parsonage-Turner syndrome case Selcuk Sayilir, Nesat Cullu, Timur Ekiz PMID: 32232206 PMCID: PMC7103742 doi: 10.14744/nci.2019.77905 Pages 65 - 66 Abstract |Full Text PDF |
CASE REPORT | |
12. | A case of Kawasaki disease presenting with atypical cutaneous involvement and mimicking Stevens-Johnson syndrome Ferhat Demir, Mehtap Haktanir Abul, Embiya Dilber, Fazil Orhan, Mukaddes Kalyoncu PMID: 32232207 PMCID: PMC7103744 doi: 10.14744/nci.2018.84748 Pages 67 - 70 Kawasaki Hastalığı (KH), ikinci en sık görülen çocukluk çağı vaskülitidir. Tanı ölçütleri içerisinde yer alan kutanöz bulgular, atipik seyir gösterebilmekte ve tanı konulmasında şüpheye ve gecikmelere neden olabilmektedir. Burada, atipik kutanöz bulgular ile seyreden KH tanılı 14 aylık bir kız hastayı sunduk. İntravenöz immünglobulin (İVİG) başlanan hastanın, izleminde tüm vücutta hedef lezyonlar ve veziküler döküntüler görülmesi sonrası tedaviye metilprednizolon eklendi. İVİG ve metilprednizolon tedavileri ile tüm kutanöz bulgular geriledi. KH’nin atipik cilt bulguları Stevens-Johnson Sendromu gibi hastalıklarla karışarak tanıda karışıklığa neden olabilir. Kawasaki disease is the second most common cause of childhood vasculitis. Cutaneous manifestation, which is the diagnostic criteria of Kawasaki disease, may show atypical course and causes conflict in diagnosis for physicians. A 14-month-old girl treated with intravenous immunoglobulin after diagnosed with KD. Target lesions and a vesicular rash developed on the whole body during the course of the disease. Methylprednisolone was added to the treatment. All atypical skin lesions and disease findings were improved using IVIG and subsequent methylprednisolone therapy. Cutaneous signs of KD may show atypical course. Thus, it may lead to confusion in diagnosis with Stevens-Johnson syndrome. |
13. | A case of hypomelanosis of Ito accompanied by unilateral abnormal limb overgrowth and delayed speech Mustafa Özçetin, Ayse Kilic, Yakup Çağ, Fuat Bilgili, Büşra Aksoy PMID: 32232208 PMCID: PMC7103738 doi: 10.14744/nci.2018.86648 Pages 71 - 73 Ito hipomelanozu tek veya çift taraflı cillte hipopigmente lezyonlar ile karakterize multisistemik tutulumu olan bir bozukluktur. Cilt lezyonları lineer, helezonik ve yama gibi farklı morfolojilerde görülebilir. Sıklıkla santral sinir sistemi, iskelet sistemi, goz ve diş anomalileri eşlik edebilir. Sporadik olarak görülmekte ve her iki cinsiyeti de etkileyebilmektedir. Olgumuzu, İto hipomelanozunun nadir görülen bir nörokutanoz bozukluk olması, asimetrik vücut büyümesinin eşlik etmesi nedeniyle sunuyoruz. Hypomelanosis of Ito (HI) is characterized by unilateral or bilateral hypopigmented skin lesions and usually presents as a multisystemic disorder. Skin lesions may develop in different textures, such as linear, whorled, or patchy, and are often accompanied by abnormalities of the central nervous system, skeletal system, eyes, and teeth. HI is associated with sporadic gene mutations but not gender. Presentation of the current case may be of use in reminding practitioners of the common extracutaneous findings of HI, along with some rare manifestations, such as delayed speech and asymmetric limb growth. |
14. | Incarcerated Spigelian hernia: A rare cause of abdominal wall tender mass Ender Anilir, Fatih Buyuker, Salih Tosun, Orhan Alimoglu PMID: 32232209 PMCID: PMC7103749 doi: 10.14744/nci.2018.09582 Pages 74 - 77 Spigel herni tüm karın duvarı fıtıkları içerisinde %1-2 oranında görülen, spigel fasciası da denilen transversus abdominus kası aponörozundaki defektten kaynaklanan bir fıtık türüdür. Bu vaka analizinde sigmoid kolonun inkarsere olduğu bir spigel herni olgusunu sunmayı amaçladık. Hasta yaklaşık 8 saat önce ani başlayan şiddetli karın ağrısı ve batın sol kadranda, karın ön duvarında hassasiyet veren palpabl kitle yakınmalarıyla acil cerrahi kliniğimize başvurdu. Yapılan ultrasonografi ve batın bilgisayarlı tomografisi (CT) sonucunda inkarsere spigel herni öntanısı ile ameliyata alındı ve poliprolen mesh ile onarım uygulandı. Hastanın 22 ay sonrasında yapılan kontrollerinde rekürrens saptanmadı. Ani başlayan karın ağrısı ve karın ön duvarında hassasiyet veren kitle saptanan bir hastada inkarsere spigel herni de nedenler arasında düşünülmeli, mesh ile onarım uygulanmalıdır. (NCI-2018-0052.R1) In this study, we aimed to present that incarcerated Spigelian hernia is an important cause of acute abdomen although it is rare and accounts for 1–2% of all abdominal wall hernias. Spigelian hernia arises from a defect in the aponeurosis of the transversus abdominis muscle, also known as the Spiegel fascia. This case analysis aims to present a Spigelian hernia case in which the sigmoid colon is incarcerated. The patient was referred to our emergency surgery clinic complaining of severe abdominal pain and a palpable mass in the left quadrant of the abdomen, presenting tenderness on the front abdominal wall. The symptoms suddenly emerged approximately eight hours ago before the patient was admitted to the hospital. The patient was taken into surgery after the ultrasonography (US) and computed tomography (CT) results suggested a preliminary diagnosis of incarcerated Spigelian hernia for which polypropylene mesh repair was performed. No recurrence was identified in the patient’s control examination performed 22 months later. Incarcerated Speigel hernia should be considered as a cause for patients developing sudden stomach ache and mass, causing tenderness on the front abdominal wall for which mesh repair should be performed. |
15. | Corticosteroid-resistant anakinra-responsive protracted febrile myalgia syndrome as the first manifestation of familial Mediterranean fever Mustafa Çakan, Şerife Gül Karadağ, Nuray Aktay Ayaz PMID: 32232210 PMCID: PMC7103750 doi: 10.14744/nci.2019.38243 Pages 78 - 80 Ailevi Akdeniz Ateşi (AAA) monogenik periyodik ateş sendromları içinde en sık gözlenen hastalık olup tekrarlayan ve kendi kendine düzelen ateş ve poliserözit atakları ile karakterizedir. AAA’da kas iskelet sistemi tutulumu nadir değildir ve artrit, artralji veya myalji şeklinde tutulum gözlenebilir. Myalji en sık spontan veya egzersiz sonrası gözlenen, daha çok alt ekstremiteleri tutan ve 2-3 gün içinde düzelen kas ağrıları şeklinde olur. Uzamış febril myalji sendromu (UFMS) AAA’da son derece nadir gözlenen ağır bir tablodur. Tüm kas gruplarını tutma eğiliminde olur ve bulgular bir kaç hafta sürebilir. Bu yazıda AAA’nın ilk bulgusu olarak UFMS ile başvuran, prednizolon tedavisine hiç yanıt vermeyen ancak anakinra ile klinik ve laboratuar bulgularında hızlı ve dramatik bir düzelme olan olgu sunulmuştur. Olgumuzun bir kaç öne çıkan bulgusu mevcuttur. Öncelikle olgumuzun AAA tanısı yoktu ve üstelik hikayesinde AAA ile uyumlu herhangi bir tekrarlayan karın ağrısı ve ateş atakları yoktu. Yani hastamızın AAA ile ilgili ilk bulgusu UFMS idi. UFMS tedavisinde olguların neredeyse tamamı kortikosteroid tedavisine hızlıca yanıt verirler ancak bizim olgumuzda yüksek doz kortikosteriod tedavisine hiç yanıt alınamamıştır ve anakinra tedavisine dramatik yanıt alınmıştır. Sonuç olarak UFMS AAA’nın ilk bulgusu olabilir. UFMS uzamış ve açıklanamayan ateşi olan, yaygın kas ağrıları ve akut faz yanıtı yüksekliği olan hastalarda düşünülmelidir. (NCI-2018-0200) Familial Mediterranean fever (FMF) is the most common type of monogenic periodic fever syndromes and characterized by recurrent self-limited attacks of fever and polyserositis. Musculoskeletal signs and symptoms are not uncommon and manifested as arthritis and myalgia. Myalgia may be spontaneous or exercise-induced that mostly affects lower limbs and spontaneously resolves in 2–3 days. Protracted febrile myalgia syndrome (PFMS) is another form of rare and severe muscle involvement in FMF. PFMS affects all muscle groups and lasts for several weeks. Herein we present a pediatric case of PFMS that presented as the first manifestation of FMF, not responded to prednisolone at all but showed dramatic improvement with anakinra. Our case has a few distinctive points. She did not have a diagnosis of FMF and also she did not have any previous complaints compatible with FMF. Thus, PFMS was the first sign of FMF in this patient. Most of the cases of PFMS show dramatic response to corticosteroids, but our case did not respond at all to high-dose corticosteroids and anakinra resulted in rapid resolution of the symptoms. Protracted febrile myalgia syndrome may be the first manifestation of FMF. It should be suspected in cases with prolonged and unexplained fever, severe myalgia, and high acute phase reactants. |
INVITED REVIEW | |
16. | Tumor suppressor and oncogenic role of long non-coding RNAs in cancer Esra Guzel, Tugba Muhlise Okyay, Burhanettin Yalçınkaya, Seymanur Karacaoglu, Melek Gocmen, Muhammed Hüseyin Akçakuyu PMID: 32232211 PMCID: PMC7103751 doi: 10.14744/nci.2019.46873 Pages 81 - 86 Kodlamayan RNA'lar, proteine çevrisi olmayan, insan genomunun büyük çoğunluğunu oluşturan RNA molekülleridir. Uzun kodlamayan RNA’lar (lncRNA), 200'den fazla nükleotid uzunluğunda protein kodlaması gerçekleştirmeyen RNA grubunda yer almaktadır. Son yıllarda potansiyel yeni önemli biyolojik düzenleyiciler olarak büyük ilgi görmüştür. LncRNA'lar, proteinlerin aktivitesini ve lokalizasyonunu düzenlemede, küçük RNA'ların üretimini işlemede ve diğer RNA'ların işlenmesinde düzenleyici olarak kritik bir rol oynar. Ayrıca, gen ekspresyonunun modülasyonu yoluyla hücre farklılaşması, hücre döngüsü, proliferasyon, apoptoz, göç ve invazyonda görev alırlar. LncRNA'ların anormal ekspresyonu onkogenlerin ve tümör süpresör genlerin fonksiyonlarında önemli yere sahiptir. Son zamanlarda spesifik lncRNA’ların kanserin başlamasında ve ilerlemesindeki tümorojenik etkilerini gösteren çalışmalar giderek artmaktadır. Bu derlemede, lncRNA'lar hakkında genel bilgi verilerek lncRNA’ların kanser hastalıklarındaki biyolojik önemi ve terapötik uygulamalardaki potansiyel gelişmelerine yer verilmektedir. (NCI-2018-0094.R2) Non-coding RNAs are RNA molecules that are not translated into the protein, making up the vast majority of the human genome. Long non-coding RNAs (lncRNA) are in the RNA group that has longer than 200 nucleotides, and non-protein coding transcripts. In recent years, the potential has attracted considerable attention as new important biological regulators. LncRNAs play a critical role in regulating the activity and localization of proteins, processing the production of small RNAs, and processing other RNAs. They are also involved in cell differentiation, cell cycle, proliferation, apoptosis, migration and invasion by modulation of gene expression. Abnormal expression of LncRNAs has an important role in the function of oncogenes and tumor suppressor genes. Recently, there has been an increasing number of studies on the tumorigenic effects of specific lncRNAs in the initiation and progression of cancer. In this review, general information about lncRNAs is provided, including the biological importance of lncRNAs in cancer diseases and their potential development in therapeutic applications. |
17. | Helicobacter pylori treatment in Turkey: Current status and rational treatment options Mustafa Kaplan, Alpaslan Tanoglu, Tolga Duzenli, Nurdan Tozun PMID: 32232212 PMCID: PMC7103748 doi: 10.14744/nci.2019.62558 Pages 87 - 94 According to the TURHEP study, the prevalence of Helicobacter pylori in Turkey is 82.5%. After FDA approval in 1995, many countries have used standard triple therapy (proton pump inhibitor 40 mg b.i.d clarithromycin 500 mg b.i.d and amoxicillin 1 gr b.i.d) for Helicobacter pylori treatment. In the beginning, eradication rates were above 90% in many countries; however, current studies have demonstrated a prominent decrease in successful treatment rates, even down to 60%. This unfavorable reduction stimulated searches for new treatment protocols. Treatment protocols differ according to country, prevalence, cost-effectiveness, antibiotic resistance, CYP2C19 polymorphism and eradication rates. Thus, each country/region needs to revise its own therapeutic results and the efficacy of various eradication regimens in the treatment of Helicobacter pylori. This report aims to review the current status of Helicobacter pylori treatment in Turkey and to provide recommendations for rational therapeutic considerations for the eradication of the bacterium. (NCI-2019-0024.R1) |