ISSN: 2148-4902 | E-ISSN: 2536-4553
Northern Clinics of İstanbul - North Clin Istanb: 2 (1)
Volume: 2  Issue: 1 - 2015
RESEARCH ARTICLE
1.Assessment of aberrations and visual quality differences between myopic and astigmatic eyes before and after contact lens application
Mustafa Demir, Sevda Aydın Kurna, Tomris Şengör, Tuğba Gençağa Atakan, Tayfun Şahin
PMID: 28058332  PMCID: PMC5175044  doi: 10.14744/nci.2015.87487  Pages 1 - 6
GİRİŞ ve AMAÇ: Miyop ve astigmat hastalarda aberasyonların ve retinal imaj kalitesinin korneal aberometri ve düşük kontrast eşeli değerleri kullanılarak kontakt lens uygulaması öncesi ve sonrası değerlendirilmesi.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 40 hastanın 80 gözü çalışmaya dahil edildi. Hastalar miyop ve astigmat grup olmak üzere ikiye ayrıldı.Her iki grubada Balafilcon A (Purevision ve Purevision Torik Bausch & Lomb) asferik lensleri kullanıldı. Her iki grupta korneal aberometri ve düşük kontrast eşeli ölçümleri lens öncesi ve sonrası kaydedilerek birbiri ile karşılaştırıldı.
BULGULAR: Kontrast duyarlılık değerleri her iki grupta lens öncesi ve sonrası kıyaslandığında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark bulunmadı. Miyopik grupta lens öncesi ortalama total yüksek sıralı aberasyon değeri 0.29±0.10 μm, lens sonrası 0.33±0.10 μm iken astigmat grupta lens öncesi 0.42±0.14 μm, lens sonrası 0.37±0.23 μm olarak ölçüldü. Lens öncesi ortalama koma, irreguler astigmatizm ve total yüksek sıralı aberasyon değerleri belirgin derecede astigmat grupta yüksek olarak bulundu (p=0.006,p=0.001,p=0,001), fakat lens sonrası ortalama değerlerde istatistiksel açıdan anlamlı fark bulunmadı (p>0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Miyop ve astigmat hastalar yüksek sıralı aberasyonlar açısından farklılık gösterirler, bu farklılıklar lens uygulaması sonrası eşitlenmese bile görme kalitesi her iki grupta da arttırılabilir.
INTRODUCTION: To evaluate the aberration and visual quality differences between myopic and astigmatic eyes before and after contact lens application by using corneal aberrometer and low- contrast sensitivity chart.
METHODS: Eighty eyes of 40 patients were included in this study. Patients were divided into two groups as myopic (40 eyes, n=20) and astigmatic groups (40 eyes, n=20). We used aspheric Balafilcon A (Purevision and Purevision Toric Bausch&Lomb, Rochester, USA) lenses for each group. Corneal aberrations and low-contrast sensitivity values were measured and compared for each patient in both groups.
RESULTS: There were no statistically significant differences between myopic and astigmatic groups when we compared low-contrast sensitivity values for both on- and off-eyes. Mean total higher-order aberration (HOA) values for off-eye, were 0.29±0.10 μm, and 0.33±0.10 μm for on-eye in the myopic group, while they were 0.42±0.14 μm in off-eye and 0.37±0.23 μm in on-eye in the astigmatic group. Off-eye mean coma, irregular astigmatism and total higher-order aberration RMS (root-mean-square) values were significantly higher in the astigmatic group compared to the myopic group (p=0.006, p=0.001, p=0.001) but mean on-eye RMS values were not.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Myopic and astigmatic patients differ in terms of high-order aberrations and these differences cannot be equalized after contact lens application, but visual quality can be improved in both patients by using contact lenses.

2.Frequency of left atrial dilatation in ischemic stroke
Handan Cemile Mısırlı, Havva Tuğba Yanar, Şerife Neşe Erdoğan, Elvan Cevizci Akkılıç, Duygu Özkan, Tamer Bayram, Özkan Araz
PMID: 28058333  PMCID: PMC5175056  doi: 10.14744/nci.2015.83007  Pages 7 - 12
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmanın amacı ilk defa geçirilmiş akut iskemik inmede, atriyal fibrilasyon ile birlikte olan ve ya olmayan hastalarda sol atriyal dilatasyon sıklığını değerlendirmektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Akut iskemik inme tanısı ile hastanemize başvuran ve yatırılan 120 hastanın dosyaları araştırıldı. Her hastanın en az bir tane beyin görüntülemesi vardı. İnme etiyolojisi TOAST sınıflamasına göre gruplandırıldı. Transtorasik ve/veya transözefajial ekokardiyografi kullanılarak hastanın sol atriumu ölçüldü. Ortalama sol atrium çapının değeri 4 cm oılarak kabul edildi. İstatiksel analiz olarak SPSS 11.5 kullanıldı.
BULGULAR: Hastaların %40’nda sol atriyal dilatasyon saptandı. Sol atriyal dilatasyonlu 19 hastada atriyal fibrilasyon vardı ve bu sonuç istatiksel olarak anlamlıydı, P<0.05. Atriyal fibrilasyonu olmayan 94 hastada ise sol atriyal dilatasyon mevcuttu, %30.8. TOAST sınıflamasında, %68.9 oranında kardiyoembolik enfarktlarda sol atriyal dilatasyon bulunmaktaydı ve istatiksel olarak anlamlıydı. Hastalarda en sık rastlanan risk faktörü hipertansiyondu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Sol atriyal dilatasyon serebrovasküler hastalıklar için önemli bir belirleyicidir ve sol atriyal fibrilasyonda eşlik ederse daha çok anlamlılık kazanır.


INTRODUCTION: The study aimed to evaluate the frequency of left atrial dilatation in cases of first-ever acute ischemic stroke with or without atrial fibrillation in a cohort of patients hospitalized for ischemic stroke.
METHODS: Files of 120 patients admitted to our hospital with the diagnosis of acute ischemic stroke were investigated. All patients had at least one brain imaging. Etiology of stroke was categorized according to Trial of Org 10172 in Acute Stroke Treatment (TOAST) classification. Transthoracic and/or transoesophageal echocardiography was used to measure left atrium size. Optimal cut-off value of left atrial diameter was determined as 4 cm. SPSS 11.5 was used for statistical analyses.
RESULTS: In 40% of the patients, left atrial dilatation was detected. Nineteen patients with left atrial dilatation had atrial fibrillation, which was statistically significant (p<0.05). Ninety-four (30.8%) patients with no atrial fibrillation had left atrial dilatation. In the TOAST classification trial, as a statistically significant finding, left atrial dilatation was detected 68.9% of the patients with cardioembolic infarcts. The most frequently encountered risk factor in patients was hypertension.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Left atrial dilatation is an important marker for cerebrovascular diseases, and if accompanied by
atrial fibrillation becomes even more significant.

3.A study exploring knowledge, attitudes and behaviours towards autism among adults applying to a Family Health Center in Istanbul
Ayşen Sürmen, Seyhan Hıdıroğlu, Hamide Hande Usta, Muhammed Awiwi, Ahmet Saki, Melda Karavuş, Ahmet Karavuş
PMID: 28058334  PMCID: PMC5175045  doi: 10.14744/nci.2015.83723  Pages 13 - 18
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmanın amacı bir Aile Sağlığı Merkezi (ASM)’ne başvuranlar arasında otizm bilgi, davranış, tutum ve farkındalığın değerlendirilmesidir.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı tipte olan araştırma Ağustos 2013’te İstanbul ilinde bir ilçedeki bir ASM’de gerçekleştirilmiştir. Veriler ASM’ye başvuran 18 yaşını doldurmuş kişilere yüz yüze anket yöntemi uygulanarak toplanmıştır. Anket formu sosyodemografik özellikler, otizm bilgi düzeyi ve yaklaşımıyla ilgili sorulardan oluşmaktadır.
BULGULAR: Araştırmamıza 160 kişi katılmıştır. Katılımcıların 38.8% i otizm kelimesini duymuştur. Otizm kelimesini duyma durumu ve eğitim durumu ile bilgi, tutum, davranış ve farkındalık arasında istatiksel açıdan anlamlı ilişki bulunmuştur (p<0.05). Cinsiyet ve gelir durumu ile bilgi, tutum ve davranış arasında istatiksel açıdan anlamlı fark bulunmamıştır (p>0.05)
TARTIŞMA ve SONUÇ: Araştırmamızın en önemli sonucu otizm kelimesini duymuş olmanın bile otizme karşı önyargıları kırmada önemli düzeyde anlamlı olduğudur. Farkındalık az olmasına rağmen katılımcıların çoğunluğunun yaklaşımları ve bakış açıları olumlu yöndedir.
INTRODUCTION: The aim of this study was to assess knowledge, awareness, behavior and attitudes towards autism among applicants to a Family Health Center (FHC).

METHODS: This descriptive study was performed at a Family Health Center (FHC) in Istanbul in August 2013. Data was obtained via face-to-face interviews with participants older than 18 years who were admitted to the FHC. The questionnaire consisted of questions on sociodemographic characteristics, applicants’ knowledge of autism and their approach to autism.
RESULTS: 160 applicants participated in our survey of which 38.8% had heard the word ‘autism’. Knowledge and awareness of autism, and attitudes and behaviours towards this disorder differed significantly with the educational level of the study participants (p<0.05) However, these parameters did not change with gender and income level of the participants (p>0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The most important outcome of our study is that awareness, or even having knowledge of the word autism is significant in breaking down stereotypes. Despite the low level of awareness of the disease, the majority of the participitants had a positive attitude towards autism.

4.Knowledge levels of and attitudes to organ donation and transplantation among university students
Onur Özlem Köse, Muhammed Fatih Önsüz, Ahmet Topuzoğlu
PMID: 28058335  PMCID: PMC5175046  doi: 10.14744/nci.2015.58070  Pages 19 - 25
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmanın amacı üniversite öğrencilerinin organ bağışı ve nakli konusundaki bilgi düzeyleri ve tutumlarının belirlenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı tipte olan çalışmada bir üniversitenin tıp, eczacılık ve hukuk fakültelerinde eğitim gören 3. sınıf öğrencileri ile gerçekleştirildi. Çalışmada örneklem seçilmedi ve çalışmaya katılmayı kabul eden 145 öğrenci ile yürütüldü. Veriler 19 soruluk bir anket formu kullanılarak toplandı. Verilerin analizinde tanımlayıcı istatistikler kullanıldı.
BULGULAR: Öğrencilerin %71.7’si öldükten sonra organlarının uygun bir alıcıya verilmesine olumlu bakıyordu ve yarısı bunun nedeni olarak başkalarına faydalı olabilmeyi gösterdi. Organ bağışına olumsuz bakan öğrenciler ise en önemli neden olarak beden bütünlüklerinin bozulmasını istememelerini göstermişti. Katılımcıların %44.1’i bir yakınının ölümünden sonra organlarının başka birisine nakline ve %51.7’si de bir kimsesizin ölümünden sonra organlarının başka birisine nakline olumlu bakıyordu.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Öğrenciler genel olarak organ bağışına olumlu bakmaktadırlar. Ancak hem olumlu bakışı hem de organ bağışı düzeyini arttırmak için öğrencilerin eğitim programlarında organ nakli ve bağışı konusunun olması sağlanmalı ve bu eğitimlerle tutumun davranışa dönüşmesi sağlanmalıdır.
INTRODUCTION: The aim of the present study was to determine knowledge levels and attitudes about organ donation and transplantation among university students.
METHODS: This descriptive study was performed with third-grade students of medicine, pharmacy, and law at a university. Samples weren’t selected in the study and it was executed with 145 students who had agreed to participate in the study. The data was collected using a questionnaire of 19 questions. Descriptive statistics were used to analyze the data.
RESULTS: 71.7% of students had positive views about transplantation of their own organs to a suitable recipient, with half of them giving being useful to others as a reason. Among students who had negative views about organ donation, the most important reason given was that it would mean a loss of bodily integrity. 44.1% of participants had positive views about transplantation of their relatives’ organs to another person after death. 51.7% of participants had positive views about transplantation of the organs of a homeless person to another person after death.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Students had generally positive views about organ donation. However; organ transplantation
and donation should be included in the students’ educational programs in order to increase positive attitudes and organ donations, and transform attitudes into behaviors.

5.Management of strangulated abdominal wall hernias with mesh; early results
Mustafa Ozbağrıaçık, Gürhan Baş, Fatih Başak, Abdullah Şişik, Aylin Acar, İlyas Kudaş, Metin Yücel, Adnan Özpek, Orhan Alimoğlu
PMID: 28058336  PMCID: PMC5175047  doi: 10.14744/nci.2015.03522  Pages 26 - 32
GİRİŞ ve AMAÇ: Karın duvarı fıtık ameliyatları, genel cerrahi kliniklerinde en sık yapılan ameliyatlardandır. Yandaş hastalıklar ve hastanın ameliyat olmayı kabul etmemesi gibi nedenler, bu hastalarda tedavinin gecikmesine yol açabilmektedir. Bu durumda hastaların bir kısmı boğulmuş fıtık olarak acil servislere başvurmaktadırlar. Bu çalışmada acil servise başvuran ve kliniğimizde boğulmuş karın duvarı fıtığı nedeniyle ameliyat edilen hastaların tedavi ve klinik sonuçları sunulmaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2009 – Kasım 2011 tarihleri arasında kliniğimize boğulmuş karın duvarı fıtığı nedeniyle başvuran ve acil ameliyat edilen hastalar retrospektif olarak incelendi. Olguların demografik verileri, fıtık tipi, hastanede yatış süreleri, uygulanan tedaviler ve komplikasyonlar değerlendirildi.
BULGULAR: İncelemeye dahil edilen toplam 81 hastanın 40’ında inguinal, 26’sında umblikal, dokuzunda femoral ve altısında da insizyonel boğulmuş fıtık mevcut idi. Hastaların 37’si kadın, 44’ü erkek olup yaş ortalaması 52,1±17,64 idi. Hastaların 75’ine polipropilen yama ile onarım, altısına da primer tamir yapıldı. On hastada (%12,3) ince barsak, 19 hastada (%23,4) omentum rezeksiyonu, bir hastada (%1,2) apendektomi ve bir hastada da (%1,2) Meckel divertikülektomi uygulandı. Hastanede yatış süresi ortancası 2 (1–7) gün idi. Postoperatif takiplerde beş (%6,2) hastada cerrahi alan enfeksiyonu gelişti ve medikal tedavi edildi. Fıtıkları yama ile onarılan hastalarda ameliyat sonrası yatış günü ve cerrahi alan enfeksiyon gelişimi açısından fark görülmedi (p sırasıyla 0,232 ve 0,326).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Acil şartlarda yapılan boğulmuş karın duvarı fıtık ameliyatlarında bağırsak rezeksiyonu oranı yüksektir. Çalışmamızda bağırsak rezeksiyonlarına bağlı morbidite oranlarında artış görüldü. Hastalarımızda prostetik materyalle fıtık tamirine bağlı bir morbidite artımı tespit edilmedi. Prostetik materyalle fıtık tamirinin acil koşullarda ameliyat edilen hastalarda da güvenle kullanılabileceği kanaatindeyiz.
INTRODUCTION: Surgery for abdominal wall hernias is a common procedure in general surgery practice. The main causes of delay for the operation are comorbid problems and patient unwillingness, which eventually, means that some patients are admitted to emergency clinics with strangulated hernias. In this report, patients who admitted to the emergency department with strangulated adominal wall hernias are presented together with their clinical management.
METHODS: Patients who admitted to our clinic between January 2009 and November 2011 and underwent emergency operation were included in the study retrospectively. Demographic characteristics, hernia type, length of hospital stay, surgical treatment and complications were assessed.
RESULTS: A total 81 patients (37 female, 44 male) with a mean age of 52.1±17.64 years were included in the study. Inguinal, femoral, umbilical and incisional hernias were detected in 40, 26, 9 and 6 patients respectively. Polypropylene mesh was used in 75 patients for repair. Primary repair without mesh was used in six patients. Small bowel (n=10; 12.34%), omentum (n=19; 23.45%), appendix (n=1; 1.2%) and Meckel’s diverticulum (n=1;1.2%) were resected. Median length of hospital stay was 2 (1–7) days. Surgical site infection was detected in five (6.2%) patients. No significant difference was detected for length of hospital stay and surgical site infection in patients who had mesh repair (p=0.232 and 0.326 respectively).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The need for bowel resection is common in strangulated abdominal wall hernias which undergo emergency operation. In the present study, an increase of morbidity was seen in patients who underwent bowel resection. No morbidity was detected related to the usage of prosthetic materials in repair of hernias. Hence, we believe that prosthetic materials can be used safely in emergency cases.

6.Participation of people living in rural areas of Eskisehir province in field researches, and factors affecting their rates of participation
Özkan Özay, Emine Ayhan, Muhammed Fatih Önsüz, Burhanettin Işıklı, Selma Metintaş
PMID: 28058337  PMCID: PMC5175048  doi: 10.14744/nci.2015.93823  Pages 33 - 40
GİRİŞ ve AMAÇ: Araştırmanın amacı Eskişehir kırsalında yaşayan kişilerin saha araştırmalarına katılım düzeylerinin ve katılımı etkileyen faktörlerin belirlenmesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Tanımlayıcı tipteki bu araştırma Eskişehir’de iki ilçe merkezlerinde yaşayan 18 yaş ve üzeri 1482 kişide yürütülmüştür. Araştırma verileri 16 soruluk bir anket formunun yüz yüze görüşme tekniği kullanılarak uygulanması ile toplandı. Verilerin istatistik değerlendirmesinde tanımlayıcı istatistikler, ki kare testi ve saha araştırmalarına katılımı etkileyen faktörlerin değerlendirilmesinde lojistik regresyon analizi kullanıldı.
BULGULAR: Araştırmaya katılanlar daha önce bölgelerinde yapılan saha araştırmalarına katılım nedeni olarak en çok (%46.9) araştırma anketini yapana yardımcı olmak cevabını verdi. Araştırmanın faydalı olduğunu düşünmek (%35.0), araştırmanın toplumsal gelişmeye katkısı olduğunu düşünmek (%14.9) ve farklı kişilerle konuşmayı sevmek (%3.2) verilen diğer cevaplardı. Katılımcıların bölgelerinde daha önce yapılan saha araştırmalarına katılmama nedeni olarak ise en çok (%34.6) araştırma anketini zaman kaybı olarak görme belirtilmişti. Diğer çok verilen cevaplar ise araştırmanın anket sorularının uzun olması (%32.7) ve araştırmanın sonuçlarının bildirilmemesi (%31.9) idi. Katılımcıların saha araştırmalarına katılımını etkileyen faktörler çok değişkenli analiz ile incelendiğinde yaş katılımı etkileyen faktör olarak belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Saha araştırmalarına katılımın düşük olması bias oluşmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle saha araştırmalarına katılım oranlarının mümkün olduğunca yüksek tutulması önemlidir. Bunu sağlamak için hem saha araştırmalarını yürütenlerin hem de bu araştırmalara katılacak toplumun saha araştırmaları konusunda eğitilmeleri gerekmektedir.

INTRODUCTION: The aim of the study was to determine participation rates of people living in the rural area of Eskisehir in field researches, and the factors influencing this.
METHODS: This descriptive study was performed with 1,482 people aged 18 and above in two districts of Eskisehir. Data were collected with a 16 question questionnaire using the face-to-face interview technique. Data were analysed with descriptive statistics, chi- square test, logistic regression analysis, and factors affecting rates of participation in field researches.
RESULTS: The most important reason (46.9%) given by participating for participant in field researches was the intention of “helping the interviewer”. The other reasons were; believing in the usefulness of the researches (35.0%), contribution to public improvement (14.9%) and taking pleasure in talking with various people (3.2%). The most important reason (34.6%) for not participating in field researches was “considering field researches a waste of time”. The other important reasons for non-participation were unnecessarily long questions in the research questionnaire forms (32.7%) and being uninformed of the research results (31.9%). In logistic regression analysis, age was found to be an influential factor in participation rates.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Lower rates of participation in field researches cause bias. As far as possible high participation in field researches is important. For the achievement of higher participation rates in field researches, training courses must be provided to both research workers and the public.

7.The effect of sociodemographic and clinical features on mortality in patients with diagnosis of aspiration pneumonia
Mehmet Nuri Özer, Mehmet Uzunlulu, Aytekin Oğuz, Osman Köstek, Erdal Akyer, Mümtaz Takır
PMID: 28058338  PMCID: PMC5175049  doi: 10.14744/nci.2015.41713  Pages 41 - 47
GİRİŞ ve AMAÇ: İç hastalıkları kliniklerine aspirasyon pnömonisi tanısı ile yatan hastaların sosyodemografik ve klinik özelliklerini değerlendirmek, mortalite sıklığını ve mortalite üzerinde etkili parametreleri incelemek.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya İç Hastalıkları Kliniklerinde 1 Ocak 2010 ile 1 Ocak 2013 tarihleri arasında aspirasyon pnömonisi tanısı ile yatan 18 yaş ve üzeri 204 hasta (115 erkek, 89 kadın, ortalama yaş: 77±13 yıl, ortalama yatış süresi: 11±9 gün) retrospektif olarak değerlendirildi. Mortalite sıklığı, başvuru anındaki beslenme durumları, komorbidite sıklığı, hematolojik ve biyokimyasal veriler ile bunların mortalite ile ilişkisi değerlendirildi.
BULGULAR: Altmış beş yaş ve üzeri hasta sıklığı %88.2 idi. Hastaların başvuru anında %85’i oral, %15’i PEG ile besleniyordu. Aspirasyon pnömonisi gelişmesi üzerine hastaların başvuru anındaki beslenme durumlarının (oral, nazogastrik tüp veya perkütan endoskopik gastrostomi) bir etkisi olmadığı görüldü. En sık eşlik eden komormiditiler; demans (%49), hipertansiyon (%43), serebrovasküler olay (%42) ve diabetes mellitus (%31) idi. Mortalite sıklığı %24.5 (ilk 3 günde %56) idi. Nötrofil/lenfosit oranındaki artış ve ürik asit yüksekliği aspirasyon pnömonili hastalarda mortalite ile ilişkili bulundu (her ikisi için de p<0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bu çalışmada aspirasyon pnömonisi tanısı ile yatan hastalarda mortalite sıklığının yüksek bulunduğu görüldü. Bunda geriatrik hasta ve komorbidite sıklıklarının yüksek bulunmasının bir rolü olabilir. Nötrofil/lenfosit oranı ve ürik asit düzeyleri aspirasyon pnömonisi olgularında mortalite ile ilişkili faktörler olarak değerlendirilebilir.
INTRODUCTION: The aim of this study was to evaluate the sociodemographic and clinical chracteristics of patients hospitalized with aspiration pneumonia in internal medicine clinics, and to determine the incidence and parameters of mortality among these patients.
METHODS: Patients over the age of 18 years who were hospitalized in clinics of internal medicine between January 1, 2010 and January 1, 2013 (115 male, 89 female; mean age: 77±13 years; patients aged 65 years and over, 88.2%; average duration of hospitalization, 11±9 days) were evaluated retrospectively and consecutively. The incidence of mortality, nutritional status at admission, comorbidity frequency, haematological and biochemical data and their relationship with mortality were evaluated.
RESULTS: At admission, 85% of the patients were fed through oral route, while 15% of them were fed through PEG. There was no relation between nutritional status of the patients (oral, nasogastric tube or PEG) at admission, and development of aspiration pneumonia. Commonly seen comorbidities were dementia (49%), hypertension (43%), cerebrovascular accident (42%), and diabetes mellitus (31%) respectively. The mortality rate was 24.5% (in first three days, 56%). A correlation was found between mortality and increase in neutrophil/lymphocyte ratio (NLR) and increased uric acid rate (for both p<0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study, the mortality rates among patients diagnosed with aspiration pneumonia was found to be increased. The high number of geriatric patients and comorbidities might have played a role in this situation. Neutrophil/lymphocyte ratio (NLR) and uric acid levels in patients with aspiration pneumonia might be evaluated as factors related to mortality.

8.Three years of retrospective evaluation of skin biopsy results in childhood
Şeyma Özkanlı, Ebru Zemheri, İlkin Zindancı, Burçe Kuru, Tülay Zenginkinet, Ayşe Serap Karadağ
PMID: 28058339  PMCID: PMC5175050  doi: 10.14744/nci.2015.99608  Pages 48 - 54
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmamızda pediatrik yaş grubunda deri biyopsisi alınan hastaların histopatolojik tanılarının retrospektif olarak değerlendirilmesi ve prevalanslarının belirlenmesi amaçlandı
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2011-Şubat 2014 tarihleri arasında Medeniyet Üniversitesi Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi’ne başvuran hastalardan “punch” yöntemi ile deri biyopsisi alınan 0-17 yaş aralığındaki 566 hastanın demografik verileri ve histopatolojik tanıları retrospektif olarak değerlendirildi.
BULGULAR: Deri biyopsisi alınan 566 hastanın %50.7’si (n=287) erkek, %49.2’u (n=279) kız çocuğu ve yaş ortalaması 10.04±4.84 yaş idi. 0-2 yaş grubunda %5.4 (n=31), 3-5 yaş grubunda % 11.8 (n=67), 6-11 yaş grubunda %29.1 (n=165) ve 12-17 yaş grubunda %53.5 (n=303) çocuktan biyopsi alındığı görüldü. Tüm yaş gruplarında en sık noninfeksiyöz eritemli skuamlı %24 ve vasküler hastalıklardan %21.2 biyopsi alındığı ve histopatolojik tanıların sırasıyla lökositoklastik vaskülit %18.9, psoriazis %7.4 melanositik nevüs %5.4 ve kontakt dermatit %5.1 olduğu saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çocukluk çağında deri “punch” biyopsi incelemesinin en sık adolesan dönemde yapıldığı ve daha çok eritemli skuamlı ve vasküler hastalıkların tanısında ihtiyaç duyulduğu saptanmıştır. Klinik bazlı yapılan prevalans çalışmalarının, histopatolojik verilerle desteklenmesi ile daha anlamlı verilere ulaşılacaktır
INTRODUCTION: In our study, we aimed to evaluate retrospectively histopathological diagnoses of children based on their skin biopsies, and determine the prevalence of the disease in question.
METHODS: Among patients who applied to Medeniyet University Goztepe Training and Research Hospital between January 2011 and February 2014, we retrospectively evaluated demographic data and histopathological diagnoses of patients aged between 0-17 years whose skin punch biopsy samples were obtained.

RESULTS: The study population (n=566) with skin biopsy results consisted of 287 (50.7%) male, and 279 (49.2%) female patients with a mean age of 10.04±4.84 years. Biopsy materials were obtained from the various age groups as follows: 0-2 years, n=31 (5.4%); 3-5 years, n=67 (11.8%) 6-11 years, n=165 (29.1%), and 12-17 years, n=303 (53.5%). Among all age groups, we took biopsies mostly from patients with noninfectious erythematous squamous (24%) and vascular (21.2%) diseases. The determined histopathological diagnoses were leukocytoclasis vasculitis (18.9%), psoriasis (7.4%), melanocytic nevus (5.4%), and contact dermatitis (5.1%) respectively.
DISCUSSION AND CONCLUSION: We determined that skin punch biopsy examinations were done most frequently during adolescence and are mostly necessary for diagnosis of erythematous squamous and vascular diseases. If clinical evidence-based prevalence studies are supported with histopathological data, more significant results can be obtained.

CASE REPORT
9.Serratia marcessens infection presenting with papillovesicular rash similar to varicella zoster infection: a case report
Aysenur Bahadır, Erol Erduran
PMID: 28058340  PMCID: PMC5175051  doi: 10.14744/nci.2015.27928  Pages 55 - 58
Serratia marcessens infeksiyonlarında deri bulguları nadir görülmekte olup daha çok immunsuprese yetişkin hastalarda rapor edilmiştir. Serratia enfeksiyonunda görülen deri bulguları selülit, abse, granülomatöz deri lezyonlarıdır.
Lösemili iki çocuk vakamızda varicella zoster enfeksiyonunu düşündüren papiloveziküler döküntü izledik. Hastanın kan kültüründe meropeneme duyarlı Serratia marcessens üredi ve tedaviden sonra lezyonlar hızlıca düzeldi.
Biz varisella zoster enfeksiyonuna benzer papiloveziküler döküntü ile seyreden Serratia marcessens enfeksiyonu bulunan iki lösemili çocuk vakayı, nadir görülmesinden dolayı rapor ettik.
According to the literature, skin manifestations related to Serratia marcessens infections are rarely seen, and observed mostly in immunosuppressed adult patients. Cellulitis, abscess, granulomataus lesions have been reported as skin manifestations of Serratia infections. In our 2 cases with leukemia, papillovesicular rashes were observed resembling those of varicella zoster infection. Serratia marcessens was grown on blood cultures of patients susceptible to meropenem. The patients recovered from the rashes rapidly after treatment. Based on the absence of similar case reports in the literature, we report these two pediatric cases to emphasize that Serratia marcessens infections can present with papillovesicular rash similar to that seen in varicella zoster infections.

10.A prolapsed intraductal papilloma: a case report
Talha Atalay, Alaattin Öztürk, Zuhal Yananlı, Ömer Faruk Akıncı
PMID: 28058341  PMCID: PMC5175052  doi: 10.14744/nci.2014.18209  Pages 59 - 61
İntraduktal papillomlar (IP), meme duktal epitelinin papiller proliferasyonu sonucu oluşan benign lezyonlardır. IP meme dokusu içinde oluşur. Nadiren meme başından prolapsus görülebilir. Genellikle total eksizyon ile tedavi edilirler. Meme başından dışarı sarkan kitle nedeniyle 31yaşındaki bayan hasta başvurdu. Muayenede sağ meme areolasından prolabe, yaklaşık 8 mm’lik kitle görüldü. Meme ultrasonografisinde meme içinde başka lezyon görülmedi. İntraduktal papillom önteşhisi ile hastaya ameliyat yapıldı. Lokal anestezi ile prolabe kitle, meme başı cildi ve bağlantılı duktusla birlikte total eksize edildi. Kitlenin histopatolojik incelemesinde herhangi bir atipi içermeyen intraduktal papillom olduğu belirlendi. Bu yazımızda nadiren rastlanabilecek meme başından prolabe IP olgusunu sunuyoruz.
Intraductal papillomas (IP) are benign papillary lesions caused by proliferation of mammary ductal epithelium. IP occurs in the breast tissue. Prolapse of IP from nipple can be rarely seen. IPs are generally treated with total excision. A 31-year-old female patient was admitted to our clinic because of a protruded lesion from the nipple of her right breast. On her breast examination, an 8 mm- prolapsed mass was seen on the areola of her right breast. Breast ultrasonography showed no other lesions in the breast. The patient was operated with initial diagnosis of IP. The prolapsed mass, the overlying nipple skin and related ductus were totally excised under local anesthesia. Histopathological examination of the specimen revealed intraductal papilloma without atypical dysplasia. Herein, we are presenting a rarely encountered case of IP prolapsed from the nipple of a female patient.

11.Complicated fronto-orbital mucopyocele presenting with proptosis: a case report
Mehmet Zafer Berkman, Ezgi Akar, Mehmet Ufuk Akmil, Şevki Gök
PMID: 28058342  PMCID: PMC5175053  doi: 10.14744/nci.2015.98598  Pages 62 - 65
Mukoseller paranazal sinüslerin ostiumlarının tıkanması sonucunda mukus sekresyonunun birikimiyle oluşan kistik lezyonlardır. İyi huylu olmalarına rağmen progresif olarak büyüyerek sinus duvarlarını destrükte etmekte ve komşu yapılara uzanım göstermektedirler. Frontal mukoseller enfekte olabilmekte ve kemik destrüksiyonu yaparak orbital kaviteye uzanmakta ve bası etkisi yapabilmektedir. Tedavide endoskopik ve eksternal yaklaşımlar uygulanmaktadır. Bu vaka sunumunda, orbita tavanında kemik destrüksiyonu yaparak orbita içine uzanım gösteren komplike bir mukopyosel olgusu sunulmuş ve uygulanan cerrahi tedavi literatür eşliğinde tartışılmıştır.
Mucoceles are cystic lesions of the paranasal sinuses which develop as a result of accumulation of mucous secretion due to obstruction of the ostium of the sinuses. Despite their benign behavior, they may enlarge progressively and project into adjacent structures by destructing the bony walls of the sinuses. Frontal mucoceles may get infected and extend towards orbital cavity and compress the orbit by eroding the bony walls of the orbital cavity.
Endoscopic and external approaches are performed in the surgical treatment. We report a case of complicated fronto-orbital mucopyocele which eroded the orbital roof and extended into the orbital cavity and discuss the surgical treatment strategy under the light of the current literature.

12.Neurosyphilis: a case report
Tuğçe Toptan, Betül Özdilek, Gülay Kenangil, Mustafa Ülker, Füsun Mayda Domaç
PMID: 28058343  PMCID: PMC5175054  doi: 10.14744/nci.2015.96268  Pages 66 - 68
Sifiliz treponema pallidum’un neden olduğu, kronik seyirli, reaktivasyonla giden, multisistem tutulumlu bir enfeksiyon hastalığıdır. Depresyon, mani, psikoz, kişilik değişiklikleri, deliryum ve demans başta olmak üzere hemen hemen tüm psikiyatrik bozukluklara neden olabilir. Penisilinin kullanıma girmesiyle birlikte sifiliz olgularının sayısında azalma görülmekle birlikte, AIDS ve HIV seropozitifliği ile birlikte sıklığı artar. Bu yazıda primer ve sekonder dönemlerine tanı konulamamış nöropsikiyatrik belirtilerle ortaya çıkan bir nörosifiliz olgusu sunulmuştur.
Syphilis is a multisystem chronic infection caused by treponema pallidum. It can cause psychiatric disorders including depression, mania, psychosis, personality changes, delirium and dementia. With the introduction of penicillin into practice, the number of cases with syphilis decreased and its incidence increased with AIDS and HIV seropositivity. In this article, we present a case of neurosyphilis that manifested itself with neuropsychiatric symptoms.

13.A rare cause of acute mechanical intestinal obstruction: a strangulated obturator hernia
Doğan Erdoğan, Mehmet Gülmez, V.Melih Kara, Mehmet Ali Uzun, Osman Yücel
PMID: 28058344  PMCID: PMC5175055  doi: 10.14744/nci.2015.46855  Pages 69 - 72
Obturator herni abdominopelvik hernilerin nadir görülen bir tipidir. Genellikle yaşlı, zayıf ve multipar kadınlarda görülür. En sık görülen klinik bulgu strangülasyonla birlikte olan intestinal obstrüksiyondur. Tanı genellikle intestinal obstrüksiyon nedeniyle acil operasyona alınan hastalarda operasyon sırasında konulur. Yaşlı hastalarda tanıda geç kalınmasından dolayı yüksek mortalite ve morbiditeye sahiptir. Biz olgumuzda acil servise intestinal obstrüksiyon kliniği ile başvuran, operasyon öncesinde çekilen bilgisayarlı tomografi ile "strangüle obturator herni" tanısı konularak opere edilen 68 yaşındaki multipar bayan hastayı sunuyoruz.
Obturator hernia is a rarely-seen type of abdominopelvic hernia. It is generally seen in thinner, old, multipara patients. The most frequently seen clinical sign is intestinal obstruction associated with strangulation. Diagnosis is generally made during operation in patients brought into emergency room because of intestinal obstruction. Delay in diagnosis in older patients results in higher rates of morbidity and mortality. Herein, we present a 68-year-old multipara patient who consulted to the emergency service with clinical manifestations of intestinal obstruction, and who was operated with the preoperative diagnosis of “strangulated obturator hernia” established by means of computed-tomography.

INVITED REVIEW
14.Cancer in the elderly
Derya Çınar, Dilaver Taş
PMID: 28058345  PMCID: PMC5175057  doi: 10.14744/nci.2015.72691  Pages 73 - 80
Yaşlılık tüm canlılarda görülen temel biyolojik bir süreçtir. Günümüzde; koruyucu ve tedavi edici tıptaki gelişmeler ve yaşam koşullarındaki iyileştirmeler sonucu nüfusun yaşlanması, ön plana çıkan en önemli demografik olgulardan biridir. Yaşlılıkta önde gelen mortalite ve morbidite nedenlerinden biri kanserlerdir ve yaş ilerledikçe kanser insidansında artış meydana gelmektedir. Tüm kanser vakalarının % 60’ı ve kanserden ölümlerin % 70’i, altmış beş yaş ve üzerinde meydana gelmektedir. Kanserli yaşlı bireylerin optimal düzeyde bakım ve tedavisi için fiziksel, psikolojik ve tümöre ait değerlendirmeleri içeren multidisipliner bir yaklaşım izlenmelidir. Dünyada ve Türkiye'de, önümüzdeki yıllarda demografik değişimin sonucu olarak kanser insidansının artmasıyla toplumların kanser yükünün de artması beklenmektedir. Bu beklenti, kanser için yapılan sağlık harcamalarında da artışa işaret etmektedir.
Ageing is a fundamental biological process in all living beings. Nowadays as a result of developments in preventive and therapeutic medicine, and improvements in the quality of life, ageing of the population is one of the most important demographic issues. In the elderly, cancer is one of the predominant causes of mortality and morbidity, and its incidence increases with ageing. Sixty percent of all cases with cancer, and 70% of cancer-related deaths occur in patients aged 65 years and over. For optimal care, and treatment of elderly cancer patients a multidisciplinary approach consisting of physical, psychological, and tumor-related assessments should be pursued. Because of increased incidence of cancer caused by demographic changes in Turkey and in the world, an increase in the burden of cancer in the population is expected. In the years to come, this expectation will also lead to an increase in cancer-related health expenses.

15.An overview of Ebola virus disease
Ayten Kadanalı, Gül Karagöz
PMID: 28058346  PMCID: PMC5175058  doi: 10.14744/nci.2015.97269  Pages 81 - 86
Eskiden Ebola kanamalı humma olarak bilinen Ebola virüsü hastalığı (EVH), insanların ciddi sıklıkla ölümcül bir hastalığıdır. Ebola virüsü (EBOV) EVH olan veya EVH nedeniyle ölmüş bir kişinin vücut sıvılarıyla, enjektör iğnesi gibi kontamine nesnelerle, enfekte hayvanlarla temas veya vahşi hayvan etlerini yeme sonucu yayılmaktadır. EVH’nin kuluçka müddeti 2-21 gün olup enfeksiyon taşıyıcı olmaksızın akut başlangıçlıdır. Halen EVH’nin standart bir tedavisi olmadığından enfeksiyondan veya virüsün daha fazla yayılmasından kaçınmak gerekir. Eskiden bu hastalıktan ölüm oranı %80’i geçmekteyken, modern tıp ve kamu sağlığı önlemleri bu oranı düşürebilmiş ve bu Ebola virüsünün bireyler ve toplumlar üzerine etkisini azaltabilmiştir. Tedavisi erkenden, rehidratasyonla agresif destekleyici sağaltımı içerir. Klinisyenler hastalıklı kişileri acilen saptamak ve hastalığın daha fazla yayılmasını önlemek için, seyahat veya maruziyet öyküsü ve virüsün kuluçka döneminde fiziksel semptomları kişilerde EVH olasılığını göz önüne almalıdır.
Ebola virus disease (EVD), formerly known as Ebola hemorrhagic fever, is a severe, often fatal illness in humans. Ebola virus (EBOV) is transmitted through contact with blood or body fluids of a person who contracted or died from EVD, contaminated objects like needles and infected animals or bush meat. EVD has an incubation period of 2 to 21 days, and the infection has an acute onset without any carrier status. Currently, there is no standard
treatment for EVD, so it is important to avoid infection or further spreading of the virus. Although historically the mortality of this infection exceeded 80%, modern medicine and public health measures have been able to lower this figure and reduce the impact of EBOV on individuals and communities. Its treatment involves early, aggressive supportive care with rehydration. Clinicians should consider the possibility of EVD in persons with travel or exposure history with the incubation period presenting constitutional symptoms in order to promptly identify diseased patients, and prevent further spreading of the disease.

LookUs & Online Makale